NARSİSİZM VE KÖTÜLÜK
Doğan Şahin
Narsisizmle ilgili kavram karışıklıkları ve damgalamalar
Zaman zaman patolojik narsisizm ve malin ya da habis narsisizm kavramlarının ruh sağlığı profesyonelleri tarafından karıştırıldığını, hepsi aynı anlama geliyormuş gibi kullanıldığını fark etmişsinizdir. Habis narsisizme dair kulaktan dolma bilgileri patolojik narsisizme aktaran bu arkadaşlar, narsisistik karakterleri toptan son derece habis, kötücül ve tehlikeli bir karakter gibi sunmaktadırlar. Gün geçmiyor ki sosyal medyada bir “psikoterapist ’in” “Narsistlerle nasıl başa çıkabilirsiniz? Narsistlerden kendinizi nasıl korursunuz?” gibi bir yazısına rastlamayalım.
Önce şunu belirtelim ki narsisistik sorunları olan kimseler ve muayene edilirlerse narsisistik kişilik bozukluğu tanısı alacak vakaların çoğu başka türden kişilik sorunlarına sahip bireylerden özellikle daha tehlikeli ya da “kötü” değillerdir.
Sadece narsisistiklere mahsus bir özellikmiş gibi sunulan manipülasyon ise her insanın yaptığı bir şeydir. Manipülatif bir davranışı olmayan kimse yoktur. Biriyle görüşmeye giderken karşı tarafı etkilemek amacıyla dış görünüşümüzü düzenlemek de birinden bir şey rica ederken sesimizi yumuşatmak da manipülatif davranışlardır. “Narsisisitik sorunları olan insanlar başkalarından daha manipülatiftirler” de çok geçerli bir ifade değildir çünkü manipülasyonun sıklığını belirleyen şey, kişilik özelliğinden çok kişiliğin örgütlenme düzeyidir. Yani en fazla manipülasyon yapmak durumunda olan kişiler daha alt düzey kişilik örgütlenmesi gösteren kimselerdir. Mesela borderline düzeydeki bir bağımlı kişilik bozukluğu, daha nevrotik düzeydeki bir narsisistikten daha fazla manipülasyona başvurur.
Meslekten olup nasisistik sorunları olanları şeytanlaştıran kişilerin kendilerinin de ciddi narsisistik özellikler göstermeleri yüzeysel bir değerlendirmeye komik bir zıtlık olsa da dinamik açıdan anlaşılır bir şeydir. Kendi narsisistik özelliklerini kabul etmek ve belki değiştirmek yerine, inkâr edip, dışarı yansıtıyor ve şeytanlaştırarak kendilerini bu etiketten korumaya çalışıyorlar. Sanki ne kadar çok küfreder ve aşağılarlarsa o kadar narsisistik olmadıklarına inanacaklar ve başkalarını inandıracaklar gibi. Kendi narsisistik yanlarını inkâr edip, onlarla savaşan bu arkadaşlar böyle bir projeksiyon ve şeytanlaştırma yaptıklarını fark edemediklerinden her gün bu yazıların başka bir versiyonunu yazmaya devam ediyorlar.
Habis (Malign, Malin) Narsisizm
Otto Kernberg’in “malign narsisizm” kavramı, özgün bir patolojiyi tanımlar. Kernberg’e göre malin ya da habis narsisizm, Narsisistik kişilik bozukluğu+ Antisosyal kişilik bozukluğu+ Sadistik kişilik bozukluğunun bir arada olması anlamına gelir. Bu bileşim aynı zamanda ciddi bir agresyonu ve paranoid eğilimleri de içerir. Tablonun kliniğinin ve suç işleme davranışlarının temel belirleyicisi narsisistik özellikler değil, antisosyal kişilik bozukluğu ve sadistik özelliklerdir. Antisosyal özellikler ve sadistik eğilimler narsisistik özelliklerle birleşerek daha karmaşık bir patoloji oluşturur.
Kişinin bir yandan büyüklenme, kendini önemli hissetme gereksinimi, bir yandan güçlü ve egemen hissetme ihtiyacı vardır ve empatiden ve kendisini durdurabilecek bir süperegodan yoksun olduğu için, kendisini zayıf hissetmemek için ya da önemli ve güçlü hissedebilmek için her şeyi bu arada suç teşkil edebilecek çeşitli kötülükler de yapabilir.
Sadistik eğilimler diğer karakterlerde de mesela obsesif karakterlerde ve narsisistik karakterlerde de bulunabilir ancak bu şiddetli değildir. Ayrıca süperegoları ve saygınlıklarına verdikleri önem onları durdurur. Böylelikle sadistik eğilimleri sadece başkalarını küçümseme, önemsememe, görmezlikten gelme gibi davranışlarla sınırlı kalır.
Narsisistik kişilik bozukluğunun en temel ve çekirdek sorunu özgüvensizlik ve değersizlik duygusudur. Bazı ruh sağlığı profesyonelleri yanlış olarak aksine şeyler söyleseler de narsisistik patoloji kendilik saygısı eksikliğinin telafi çabalarından ibarettir. En temelde değersizlik, hiçlik ve özgüvensizlik duyguları vardır ve kişi bunları inkar etmek ve aksini kendisine gösterebilmek için sürekli tersini deneyimleyeceği nesne ilişkileri kurmak ister. Aşağılanmaktan, küçümsenmekten, önemsenmemekten çok korktuğu için, önemli, değerli hissedeceği nesne ilişkileri içinde olmaya çalışır ve bazen de kendini daha değerli hissedebilmek için başkalarını değersizleştirir.
Antsisoyal kişilik bozukluğunda ise temel sorun, süperegolarının çok zayıf ya da etkisiz olmasıdır. Kendilerini durduran bir süperegoları olmadığı için dürtüsel ve ben merkezcidirler. Son derece bencilce davranır, başkalarının haklarına saygı göstermezler. Güçleri yettiğinde zorbalıkla bunu zorlaştıran şeyler varsa da insanları manipüle ederek, kandırarak kullanmak ve sömürmek eğilimindedirler. Vicdan eksikliği ve empati yoksunluğu nedeniyle de bu davranışları ile ilgili bir vicdan azabı ya da pişmanlık yaşamazlar.
Sadizmde temel özellik ise başkalarına güç uygulayarak, eziyet ederek ve kontrol altında tutarak kendini güçlü ve üstün hissetmektir. Başkalarına eziyet etmekten zevk almak ise bir kural değildir. Esas motivasyon, çocukluğunda ebeveynlerinden eziyet görürken, aşağılanırken, küçümsenirken algıladığı gibi zayıf ve güçsüz biri olmadığını, artık güçlü olan ve hükmedenin kendisi olduğunu kanıtlamaktır. Artık acı çeken değil, acı çektiren roldedir. Zayıf değil güçlüdür.
Kendini zayıf, çaresiz, güçsüz, ezik, eziyet edilebilir biri gibi görmekten ve böyle görülmekten o kadar çok korkar ki bunun tersi bir duruma geçebilmek için başkalarının duygularıyla ilgilenmez, onlarla empati kurmazlar. Davranışları son derece benmerkezcidir ve karşı tarafın duygusal dünyasını hesaba katmaz. Özellikle isteklerini gerçekleştiremediklerinde ya da engellendiklerinde ya da hayal kırıklığına uğradıklarında aşırı öfkelenirler. Karşı taraf kendisine hiçbir vaatte bulunmamış veya ümit vermemiş olsa da ilişkileri kendi hayal ettiği gibi gitmediğinde ya da karşı taraf talebini reddettiğinde yoğun öfkeye kapılırlar ve saldırganlık gösterebilirler.
Sadizm çoğunlukla sado-mazoşizm şeklinde tezahür eder. Yani kişide her iki özellikle de bulunur bazen bir taraf bazen de diğer taraf aktif olur. Sadizm bu anlamda mazoşizmden kaçınma çabasıdır. Sadistik kişilik bozukluğunda mazoşistik yönler genellikle arka planda kalır veya daha az belirgindir. Sadistik davranışlar daha baskın ve belirgin olduğu için, klinik değerlendirmede sadistik özelliklere odaklanılır.
Şöyle bir ikilem ve rol değişimi vardır
Sadistik poizyonda iken, yani başkasına güç uyguluyor ya da kontrol ediyor ya da acı veriyorken, kendilerini güçlü ve kontrol sahibi olarak algılarlar. Başkalarına acı verme ve onları manipüle etme davranışları, kişisel güç ve üstünlük hissi sağlar. Ancak bu pozisyondayken, başkaları tarafından sevilmeme, reddedilme, dışlanma ve en çok da misilleme ile karşılaşma, düşmanlık görme ve eziyete uğrama korkuları devreye girer.
Bu korkular onu mazohistik pozisyona iter, kişi acı çeken, fedakarlık yapan ama kıymeti bilinmeyen bir role geçer. Bu rol, yapmış olduğu kötülüklerle ilgili cezalandırılma ve suçlanma korkularını yatıştırır ancak bu kez kendini haklı görse de zayıf ve güçsüz olarak algılar. Ancak şimdi acı çekmiş ve haksızlığa uğramış olduğu için, kendisinin de başkalarına kötülük yapma hakkı yeniden doğmuştur.
Sadomazoşistik bireylerdeki paranoid eğilimler ise yoğun agresyonlarını ve agresif fantezilerini başkalarına yansıtmalarına bağlıdır. Bu yansıtma dolayısıyla başkalarının kendisine kötülük yapabileceğine, kendisini küçümsediğine ya da kendisini kandırmaya çalıştığına kolayca inanırlar. İnsanların kendisine karşı kötü niyetli olduğuna dair bu fikirler kendisinin onlara karşı kötü duygularını ve davranışlarını meşrulaştırma işlevi görür.
Öte yandan gerek sadomazoşistik karakterler gerekse içlerinde başkalarına karşı kötülük yapma fantezisi olan birçok kişi projektif identifikasyona da başvurur. İçlerindeki kötülük ve saldırganlık arzularını başkalarına yansıtarak, onlar tarafından tehdit ediliyormuş gibi yaparlar. Onlardan korkarlar ve onların kendileri için tehlikeli olabileceğine inanırlar. Bu tutum, bir süre sonra karşı tarafı da etkiler ve kişi de projektif identifikasyon yapan kişiye karşı öfkeli olduğunu fark eder. Karşısındaki kişi öfkeli, kızgınlık ve saldırganlık hissettiğini fark ettiğinde zafer kazanılmış olur. Yani öfkeli, kızgın ve kötülük arzuları olan kişi kendisi değil, bu duygularını yansıttığı diğer kişidir.
Belki bir örnek anlatmak istediğimin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. İnsanlara öfke duyan, insanlara kötü şeyler yapmakla ilgili arzuları olan bir A kişisi, bir B kişisiyle yakınlık kurmaya çalışsın. B kişisi, A kişisinde sezdiği öfke ve saldırganlık eğilimi dolayısıyla mesafeli olmayı tercih etsin.
A kişisi çeşitli yollardan irrite ederek B kişisinin öfkelenmesini sağlar ve kendisine karşı olumsuz duygular uyandırır. Bir süre sonra da A kişisi karşı tarafa neden kızdığını, kendisinin hiçbir şey yapmadığını filan söylemeye başlar. Sürekli olarak B kişisini rahatsız edip sonra da bu rahatsızlığını yüzleştirerek nihai olarak şunu elde eder. Başkalarına karşı öfkeli olan, onları istemeyen, onlarla mesafe koyan, tedirgin eden kendisi değil, B kişisinde olduğu gibi ötekidir. B kişisi de gerçekten rahatsız olduğu ve sinirlendiğini hissettiği için bunu kısmen de olsa kabul etmiş olur. Sonuçta A kişisi içindeki öfkeden, hınçtan, kötü duygularını dışsallaştırmış ve bunların sorumluluğundan kurtulmuş ama en önemlisi başkalarına karşı kötü olur.
Habis Narsisizme bazı örnekler
Bazı seri katillerin habis narsisistik kişilik bozukluğu olabileceği tartışılmıştır. Habis narsisistik olabileceği düşünülen seri katillerden bazıları şunlardır:
Ted Bundy: Yüzeysel çekicilik, empati eksikliği ve manipülatif davranışlar gibi narsisistik özellikleri ve kurbanlarına yönelik saldırganlık ve sadistik eylemleri gibi psikopatik özellikleri dolaysısıyla bazı klinisyenler tarafından malin narsisisitik olarak değerlendirilmiştir.
John Wayne Gacy: Özellikle genç erkekleri kaçırarak öldüren bu kişi “Katil Palyaço” olarak bilinir. Gacy, sosyal ilişkilerinde manipülatif ve empatiden yoksun davranışlar sergilemiş, kendisini önemli biri olarak görme eğilimi göstermiştir.
Jeffrey Dahmer: Dahmer, kurbanlarına karşı son derece zalim ve sadist bir tutum sergilemiştir. Kurbanlarını uyuşturduktan sonra boğarak veya bıçaklayarak öldürmüştür. Ardından cesetleri parçalamış ve bazı vücut parçalarını saklamıştır. Ayrıca, kurbanlarının bazı vücut parçalarını yediğini itiraf etmiştir. Sadist eğilimleri ve empati eksikliğiyle birleşmiş psikopatik özellikleri dolayısıyla birçok psikiyatrist tarafından malin narsisistik olarak değerlendirilmiştir.
Dennis Rader (BTK Killer): Rader, kurbanlarını izleyip öldürerek “BTK” (“Bind, Torture, Kill”: Bağla, İşkence Et, Öldür) lakabını kazanmıştır. Yakalandıktan sonra, kurbanları ve suçlarıyla ilgili detayları sakince ve kibirli bir şekilde anlatmış, narsisistik eğilimler göstermiştir. Soğukkanlılığı, üstünlük duygusu, empati yoksunluğu, suçlarını işleme biçimi dikkate alındığında malin narsisistik olarak görülebilir.
KÖTÜLÜĞÜN ETYOPATOLOJİSİ
Çeşitli genetik özellikler agresyon düzeyi daha yüksek bebeklerin doğmasına neden olsa da bir insanın başkalarına kötülük yapabilen birine dönüşmesi sosyal ve psikolojik etkenlere bağlıdır.
Uygun bir çevrede yetişen, sevgi ve şefkatle kucaklanan büyütülen bireyler doğuştan saldırganlık eğilimleri fazla olsa da suçluya dönüşmezler. Hayvanlarda bile böyledir. En saldırgan olabilen köpekler, iyi eğitildikleri ve sevgi ile büyütüldüklerinde saldırganlık göstermezler.
Saldırganlığın gelişiminde üç önemli etken olduğu ileri sürülebilir
- Sevgi ve şefkat eksikliği: Hınç ve öfke
- Narsisistik ihtiyaçların karşılanmaması; Değersizlik ve haset
- Cezalandırılma ve şiddet görme: Zayıflık ve intikam
Bunların şiddet davranışına dönüşmesinde ise iki etkenin önemli olduğu söylenebilir
- Empati yeteneğinin gelişmemesi
- Olgun bir süperegonun yokluğu
Bu 5 durumun kişiyi kötülük bağlamında nasıl etkilediğine bakalım:
- Sevgi ve Şefkat Eksikliği: Hınç ve Öfke
Temel güven duygusunun geliştiği, bağlanma ve ilişki kurma biçimlerinin şekillendiği, kendilik ve nesne tasarımlarının çekirdeklerinin oluştuğu bu dönemdeki sevgi, şefkat, yakınlık o kadar elzem bir şeydir ki, yokluğunda hınçlı, öfkeli ve kızgın bireyler ortaya çıkarken, sevginin her zerresi ve şefkat, saldırganlığı yatıştırma işlevi görür. Sevgi ve şefkatle büyüyen insanlar başkalarına karşı da şefkatli ve merhametli olurlar. Kendisini sevilmemiş, özen gösterilmemiş, korunup kollanmamış olarak algılayan insanlar hem kendilerine hem de kendisinden sevgi ve şefkati esirgemiş olan tüm dünyaya karşı öfke ve hınç dolu olurlar.
- Narsisistik İhtiyaçların Karşılanmaması: Değersizlik ve Haset
Büyüklenmeci, teşhirci eylemleri empati ile karşılanmamış, ebeveynlerini idealize edip onları dönüştürerek içselleştirememiş ve yeterince değer görmemiş çocuklar kendilerini yeterince değerli, özel ve özgüvenli hissetmezler. Bunun yerine sürekli başkalarının takdir ve hayranlığını kazanma çabası ile kendilerini değerli hissetmeye çalışırlar ya da insanları devalüe ederek onları değersizleştirirler. Özellikle daha alt düzey örgütlenme gösteren kişilerde, güçlü değersizlik duyguları şiddetli haset duygularına ve kendisinden iyi görünen her şeyi tahrip etme arzusuna dönüşür.
- Cezalandırılma ve Şiddet Görme: Zayıflık ve İntikam
Çocukluğunda şiddete ve suistimale maruz kalma, kişide şiddet eğilimlerinin güçlenmesine neden olur. Fiziksel şiddet gören, itilip kakılan ve aşağılanan çocuklar, tüm bu eylemler sırasında kendilerini zayıf, biçare, zavallı, çaresiz hissederler ve bundan kurtulmanın en kestirme yolu başkasını zayıf, çaresiz, güçsüz hissettirmektir. Başkasına zulüm ve eziyet ettiklerinde çocukluklarındaki nesne ilişkilerini tersine çevirmiş olurlar. Kendilerini baskın ve güçlü hissedebilmek için başkalarını korkutmaya, onları zayıf ve güçsüz hissettirmeye ihtiyaç duyarlar.
- Empati Yeteneğinin Gelişmemesi: Başkasının acısına kayıtsızlık
Empati muhtemelen en fazla anne bebek ilişkisinde annenin bebeğin duygularıyla senkronize olup, psikosomatik bir eş ilişkisi kurmasıyla gelişiyor. Bebek kendi hissettiğini, kokuyla, kalp hızıyla, vücut ısısıyla yapılan etkileşimler sayesinde annesiyle aynılaştığı deneyimi, tersine çevirmeyi de öğrenir. Yani kendisi endişelendiğinde annesinin de endişelendiği deneyimi, annesi endişelendiğinde kendisinin de endişelenmesi biçiminde gelişir.
Bakımverenle yeterli yakın ilişki empati gelişimi için en önemli etkendir ve bunun yokluğunda empati kurma yetisi zayıf kalır. Güvensiz bağlanma, duygusal ihmal, erken çocukluk travmaları, aile içi şiddet, yetersiz sosyal etkileşim gibi etkenler empati gelişiminin yeterli olmamasına neden olurlar.
- Olgun Bir Süperegonun Yokluğu
Süperego, çocukluk döneminde gelişmeye başlar ve bireyin içsel kurallar sistemini oluşturur. Ebeveynlerin değerleri ve bunların tutarlılığı süperego gelişimindeki en önemli faktördür. Bu bağlamda ebeveynlerin disiplin yöntemleri, ahlaki değerleri ve öğrettikleri toplumsal normlar önem kazanır. Çocuğa yeterli sınır ve kural konmaması gibi aşırı sert disiplin yöntemleri de süperego gelişimini olumsuz etkiler.
Değerler genellikle örnek alma ile gelişir. Çocuklar, ebeveynlerinin davranışlarını taklit ederler ve bu davranışlar, süperego gelişimini doğrudan etkiler. Ebeveynlerin dürüstlük, empati ve ahlaki değerler konusundaki tutumları, çocuğun kendi ahlaki yapısını oluşturmasına yardımcı olur. Ek olarak sevgi dolu, güven veren bir ebeveyn-çocuk ilişkisi, süperegonun sağlıklı gelişimini destekler.
Elbette çocuğun içinde yetiştiği toplumun kültürel normları ve değerleri de süperegonun şekillenmesinde rol oynar. Tarih boyunca başka insanların haklarına karşı duyarlılık giderek artmıştır. Mesela Orta Çağ’da başka insanlara şiddet uygulayıp mallarını ellerinden almak veya köle ya da cariye yapmak yiğitlik olarak görülüyordu.
Bu saydığımız beş alanın bireyin tarihinde nasıl gelişip şekillendiği, iyilik-kötülük ekseninde nerede yer alacağını belirleyecek en önemli etkenlerdir. Bu alanlarda ciddi bir arızası olmayan biri başka insanlara ciddi bir kötülük yapamaz.
Son olarak bu eksenin iyi ve ahlaklı tarafında yer alan iki karakterin öfkelerini, kızgınlıklarını ne yaptıklarına neye dönüştürdüklerine bakalım. Hem en iyi diye bildiğimiz kişilerin iç dünyasının pür iyilikten ibaret olmadığını hem de insanın daha sağlıklı koşullarda yetiştiğinde kızgınlıklarını ve öfkesini makul sınırlarda tutma imkanlarının olduğunu görmüş oluruz.
Oral-Bağımlı Karakterler
Oral-bağımlı karakterler, genellikle bağımlı, yardımsever ve empatik insanlar olarak bilinirler. Ancak, görünen bu özelliklerinin altında hiçbir öfke ya da saldırganlık olmadığı zannedilmesin. Bu karakterler, başkalarından ilgi ve psikolojik destek almaya bağımlı olduklarından bunu sürdürebilmek için iyi ve yardımsever davranmaları yanında derinlerde bağımlılıklarını tatmin edemeyenlere karşı öfke ve düşmanlık hissederler. İnsanları kendilerine iyi davranmaları ve destekleyici olmaları yönünde çeşitli manipülasyonlarla yönlendirmeye çalışırlar. Bilindiği gibi manipülasyonun temel olarak iki yolu vardır. İstenen davranışları ödüllendirmek, istenmeyen davranışları cezalandırmak. Bağımlı karakterler kendisine iyi davranan, ilgi gösteren kişileri över, bu davranışlarının kendisini ne kadar iyi hissettirdiğini, o kişinin ne kadar iyi olduğunu filan söyler dururlar. Bu kişilere hediyeler alır, memnun etmeye çalışırlar. İşlerini yapar, hayatlarını kolaylaştırmaya çalışırlar. Verdikleri ile o kişiyi hep ilgili ve sevecen bir rolde tutmaya çalışır, aslında karşısındakini bir çeşit kontrol altında tutarlar. Öte yandan aksine bir tutumla karşılaştıklarında çok kırılırlar. Ama çok fazla kırılırlar. Karşısındaki kişinin pişman olmasını hatta kendisinden nefret etmesini sağlayacak kadar çok kırılırlar ki bir daha öyle yapmasın. Aynı şekilde başka insanların duygularını kontrol etmek ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için empati kurma becerilerini de iyi kullanabilirler. Görüldüğü gibi “kötülükleri” bir insana şiddet uygulamanın, eziyet ve işkence etmenin yanında makul sınırlardaki şeylerdir.
Anal-Obsessif Karakterler
Anal karakterler, sorumluluk sahibi, toplumsal kurallara uyan, düzenli, disiplinli ve ahlaklı olmalarıyla beğenilen takdir gören kimselerdir. Ancak bu özelliklerinin çoğu savunma amaçlıdır. Yani içlerindeki asi, kural tanımayan, dağınık, kirli yanlarını kontrol altında tutmak ve inkar etmek için yapmak zorunda oldukları davranışlardır.
Bu nedenle sadece kendilerini değil başkalarını da kontrol altında tutmak isterler. İlişkili oldukları herkese müdahale eder, onların da kendi istediği gibi düşünmeleri, davranmaları ve yaşamaları için müdahale eder, ısrar eder ve dayatmacı davranırlar.
Ek olarak ahlaki üstünlük duygusu, başkalarına karşı gizli bir saldırganlık ve üstünlük sağlama arzusunu maskeleyebilir.
Sonuç
Daha iyi veya daha kötü olmamıza neden olan etkenlerin hemen hemen hiç biri insanın kontrolünde değildir. Kişi ne genetik yapısını ne anne babasını ne de psikolojik gelişimini gerçekleştireceği ortamı seçebilir. Kişiliğimiz hiçbir denetimimiz olmadan oluşup şekillenir. Bazı kişiler şansız bir şekilde ya olumsuz biyolojik bir alt yapıyla ya da uygun olmayan çevresel koşullarda yetişirler ve öfke, hınç, intikam gibi duyguları güçlü olur ayrıca empati kurma becerileri, vicdanları ve etik değerleri gelişmemiş olur. Böyle olmaları nedeniyle bir çeşit kurban olan bu kişiler başka insanlara kötülükler yapar ve onları incitir, kırar ve travmatize ederler. Elbette bu insanların durdurulması, uygun önlemlerin alınması ve yaptıkları suçlara göre cezalandırılmaları gereklidir. Ancak kötülükleri önlemenin tek yolu şansız insanları cezalandırmak değildir. Elbette suçların önlenmesi yeni mağduriyetlerin engellenmeye çalışılması gerekir ama uzun vadede asıl yapılması gereken şey çocukların sevgi ve şefkatin egemen olduğu bir ortamda değer ve saygı görerek, sağlıklı koşullarda büyümelerini sağlamaktır. Çocukların sağlıklı ve iyi koşullarda yetişmelerini sağlamanın maliyeti çok yüksek olabilir ama bunu yapmadığımızda çok daha yüksek bir maliyet ödüyoruz.
Ek olarak hepimiz kendi içimizdeki öfkenin, şiddet eğilimlerinin, bencilliklerimizin daha çok farkına varıp bunları ehlileştirebiliriz. Evet, yetişirken bunlar üzerinde fazla bir denetimimiz yoktur ama insan kendisini değerlendirebilen, kendi içine bakabilen ve sorumluluklarını alıp değiştirebilen de bir varlıktır.
Bir yanıt bırakın