İDEALİST BİR HEKİM NEDEN İNTİHAR EDER?

HERKESİ YAŞATMAK İÇİN ÇIRPINAN BİRİ NEDEN ÖLÜMÜ TERCİH EDER?


 Prof. Dr. Doğan Şahin


Bu yazıyı yazmadan evvel birkaç arkadaşıma hayatlarında yaptıkları en önemli tercihin neye dair olduğunu sordum. Çoğu hayatını etkileyen en önemli tercihin evlenmek ya da ayrılmakla ilgili olduğunu söyledi.  Neden biriyle evlenmenin ya da birinden ayrılmanın bu kadar önemli olduğuna, bunun bir tercih meselesi mi, kişisel tarihimizin ve dolayısıyla dinamiklerimizin belirlediği bir durum mu olduğuna dair bir yazı yazabileceğimi düşündüm.
Ama sonra başka bir şey oldu. Bir meslektaşımız öldürüldü.  Ve bugün okulumuzdan 450 kişi mezun oldu.  Bundan sonraki hayatlarını hekim olarak geçirecekler. İnsan neden hekim olmayı seçer ya da insan neden katil olmayı seçer. Bunların ne kadar tercih ne kadar zorunluluk olabileceğine dair bir yazı mı yazsam diye düşündüm.
Tercih konusunda yazacağım yazı için bir tercih yapmam gerekiyordu. Çeşitli seçenekler arasında bir seçim yapmakta oldukça kararsız kaldım. Sadece konu olarak değil, ele alacağım konuyu ele alma biçimi açısından çok sayıda seçenek arasında gittim geldim.  Sonunda yazıyı teslim etme günü gelip çatınca, Sevgili Emin Önder’den de klasik “yazıyı bekliyorum” mesajı gelince oturup yazmaya karar verdim.  Acaba yazıyı bitirdiğimde bir karara varmış olabilecek miyim? Bir karara varırsam, bir tercihte bulunursam bunun belirleyicileri neler olacak? Böyle düşünmeye başladığımda kendi meslek alanımdan uzaklaşmış ve meseleyi felsefi açıdan ele almaya başlamış hissediyorum ki bu da hiç hoşuma gitmiyor.
Psikolojinin sınırları içinde kalarak yazmak istiyorum ama psikiyatri veya psikoloji biliminin tercihle ilgili yeterli bilgi birikimi var mı ki? Benim bildiğim kadarıyla yok ve bu da beni gene felsefeden yardım almak zorunda bırakıyor. Böyle durumlarda en rahatı edebiyata sığınmaktır. Bilinçli olarak ne demek istediğinizi çok iyi kurgulamadan, doğru çözümlemeler yapmadan, kendinizi kontrollü bir gerileme bırakırsanız, sizden daha akıllı ve organize olan bilinçdışınız, başkaları tarafından da aynı yolla kavranacak sembolik bir kurgu kuracaktır. Ben de öyle yapacağım ve bir insan neden hekimliği seçer ve yaptığı bu seçim kendisini nasıl ölüme götürür sorusunu 3 yıl önce kaybettiğimiz meslektaşımız Sevgili Melike Erdem’in kısa yaşam öyküsü üzerinden anlatmaya çalışacağım. 
Hekimlik gerek çalışma yaşamındaki olağanüstü zorluklar, sık sık yaşanan hakaret ve fiziksel şiddete maruz kalma ve tüm bunlar karşılığında tatminkâr olmayan bir gelire razı olmak anlamına gelmeye başlamış olsa da hala birçok oldukça zeki ve çalışkan genç insan için en çekici mesleklerden biridir.
Hekime yönelik şiddetin tırmanmasında bu alanda çalışan tecrübeli meslektaşlarımız iki şey söylüyorlar, hekimlere yönelik, aşağılayıcı, suçlayıcı ve itibarsızlaştırıcı söylemlerin artışı ve sağlıkta dönüşümün getirdiği çok kısa sürede, çok sayıda hastaya bakmak zorunda kalınması.
Hekimler ve sağlık çalışanları son on yıldır çok büyük bir dayatma ve baskı ile karşı karşıya olmalarına karşın buna ciddi bir karşı koyuş sergileyemediler. Mücadele şurada dursun, derdini hekim olmayan bir kişiye dahi anlatabilmiş değiller. Karşımızdaki dayatmacı ve Nuh deyip peygamber demeyen sağlam irade, hekimleri dilsiz etmiş durumda. Hekim örgütleri ve odalar başka daha büyük siyasi konularla uğraştıklarından, bu konuya ne yeterli ilgi gösterebiliyor ne de ciddi bir mücadele sergileyebiliyorlar. Böyle yaptıkları için de giderek hekimlerin odaya olan güvenini ve desteğini kaybediyorlar. Tam bir ilgisizlik ve umutsuzluk durumu yaratmış oluyorlar. 
Ama benim anlatacağım şey başkaydı.
30 Kasım 2012 tarihinde, acil tıp hekimliği asistanı Dr. Melike Erdem,   İstanbul Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 6’ncı katından atlayarak intihar etti. Dr. Melike Erdem, bir hasta yakını tarafından SABİM hattına yapılan şikâyet sonrasında hakkında açılan soruşturmayı takiben intihar etmişti. Bu soruşturmaya karşı savunmasını yazdıktan hemen sonra.  Şikâyet edilmesinin nedeni acil polikliniğine nöbetçi iken, sondasının değiştirilmesi isteği ile başvuran bir hastaya, üroloji polikliniğine başvurmasının gerektiğini söylemesiydi. 
Hürriyet gazetesindeki habere göre Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Ali Özyurt şunları söylemişti:  “Japonya’da aşırı çalışma saatleri sonucu yaşanan intiharlara Karojisatsu adı verilir. Rahmetli Melike Erdem ölmeden önce 48 saat nöbet tutmuştu. Ayda 15 nöbet tutuyor ve aylık çalışma saati 160 yerine neredeyse 300 saati aşıyordu. Bu yetmezmiş gibi gün aşırı soruşturmalar, SABİM jurnal hattından gelen aslı astarı olmayan şikâyetlere yazılı savunlar bardağı taşıran son damla oluyor ve genç yaştaki meslektaşlarımız tükenmişliğin zirvelerine tırmanıyor. Bazıları işini bırakıyor. Dayanıklı olanlar ise son nefesine kadar idare etmeye çalışıyorlar. Asistan Dr. Melike Erdem çok badireler atlattı. Ancak son SABİM onu canından bezdirdi. Bu haksızlığa dayanamayarak elinde karaladığı SABİM savunması, kendini boşluğa bıraktı.”
Bir psikiyatr olarak intihar vakalarının çoğunun altında psikiyatrik bir sorun olduğunu biliyorum. Belki Dr. Melike’nin de yaşadığı olaylardan dolayı, depresyona girmiş olabileceğini düşündüm.
Hastaneye gidip, asistan arkadaşlarıyla konuştum. Mesai arkadaşlarından aldığım bilgilere göre depresyonda değildi. İntihar ettiği güne kadar mesaisini aksatmadan çalışmalarını sürdürmüş ve herhangi bir semptom gözlenmemişti. İntihar ettiği gün de normal göründüğünü, sadece istenen saçma soruşturmaya “Ne yazacağım buna ben?” diye bir iki kişiye sorduğunu söylediler. Sabah seminer varmış, elinde soruşturma yazısı ile seminere katılmış seminerden biraz sonra da intihar etmiş.
Doktor Hanım aslında karşıda başka bir hastanede ihtisas yapıyormuş. Orada yeterli eğitim alamadığını düşündüğü için, daha iyi eğitim olanakları olur diye Samatya’ ya gelmiş.
Daha sonra ablası ve dayısı ile görüştüm.
Ablası Fulden Hanım, bana Dr. Melike Erdem’in intihar ettiği gün yazdığı savunmanın bir kopyasını verdi.
Meslektaşımız savunmasında şöyle demekteydi:
“Hastanemizde Acil Tıp Asistanı olarak çalışmaktayım. 22.11.2012 tarihinde saat 17:00 de nöbeti devraldım. İsmi geçen hasta ve yakını saat 17:00-17:30 arasında acil servise geldi. Hastanın mevcut şikayeti sorulduğunda hasta yakını tarafından kendilerinin göz polikliniğinden geldiklerini, orada muayene olduğunu ayrıca prostat şikayeti nedeniyle ürolojiden takipli olduğunu, hastası özürlü olduğundan mevcut poliklinik saatlerinde poliklinik başvurusunun zor olduğunu, gelmişken ayda bir sonda değişimi ve danışmak için üroloji doktoru ile görüşmek istediklerini ısrarlı bir şekilde ifade ettiler
Özürü bulunan ve üroloji doktoru ile görüşmek isteyen hastaya yardımcı olmak amacıyla hasta ilgili saatte üroloji ile konsülte edildi.
Konsültasyon sonrasında hasta ve yakını acil servise gelip mevcut durumu hakkında tekrar bilgilendirme yapmadı.” 
Bu satırlar ömrünü iyi bir hekim olmaya vakfetmiş bir meslektaşımızın son satırlarıydı.

Aradan epey zaman geçti.  Ablası, dayısı ve mesai arkadaşlarıyla yaptığım görüşmelerden aklımda kalanları toparlamaya çalışacağım. Muhtemelen bazı şeyleri yanlış anımsayacağım, bazı boşlukları ben tamamlayacağım. Ama benim zihnimde oluşan yaşam öyküsünü size aktarmış olacağım. Melike’nin öyküsünü yazmaya karar verdiğimde ablası ile telefonda konuşup, bazı sorular yollasam yanıt verir mi diye sordum. Nezaketle karşılayıp kabul etti, ama yaşam öyküsüne dair ayrıntılı sorularımın yanıtı gelmeden yazıyı, 2,5 sene öncesinden aklımda kalan haliyle bitirmiş olacağım. Ablasından gelecek yanıtlara göre meslektaşımın yaşam öyküsünü yazmak borcum olsun.
Şimdi benim aklımda kaldığı kadarıyla kıs yaşam öyküsü: 
Çocukluğundan beri hep hekim olmak istemiş. Hekimliği, insanları iyileştirmenin, acılarını dindirmenin bir yolu olarak görüyormuş.   Hekim olmadan evvel de hep insanlara yardım etmeye çalışır, herkesin sorunları ile ilgilenirmiş. Tıp fakültesini kazandığı zaman çok mutlu olmuş. Hekimlik onun tek ideali, adeta hayatının anlamı imiş. Hekim olduktan sonra da canla başla çalışır, hep daha iyi bir hekim olmak, hastalara daha iyi yardım edebilmek için çırpınırmış.
Daha önce çalıştığı hastanede de bir soruşturma geçirmiş. Gene bir hasta yakınının şikâyeti ile açılan bu soruşturmada, kimi mesai arkadaşlarının ve uzmanların hakikati anlatmak yerine kendilerini koruyacak şekilde ifade vermiş olmaları kendisini çok üzmüş. Ablası buna çok içerlediğini, anlam veremediğini günlerce nasıl bir hekim kendisini korumak için meslektaşının aleyhine olabilecek tarzda ifade verebilir diye söylendiğini anlattı.
Ablasından dinlediklerimden anladığım kadarıyla meslektaşımın zihninde ideal bir çalışma ortamı, ideal hasta hekim ilişkileri ve ideal meslektaşlar arası bir dayanışma arzusu ve beklentisi varmış. İstiyormuş ki kendisi hastalar için elinden geleni yapsın, onları iyileştirebilsin ve onlar da sağlıklarına kavuşmuş ve mutlu olarak hastaneden ayrılsınlar. Kendisi böyle canla başla çalışırken, meslektaşları ile dayanışma ve kardeşlik içeren sıcak bir ilişkide olsunlar ve uzmanları, şefleri büyükleri de kendilerini koruyup kollasınlar ve onlara bir şeyler öğretebilmek için gayret içinde olsunlar.
Oysa durum hiç böyle değildi ve giderek her şey bozuluyor, daha da kötüye gidiyordu. Artık “doktor efendi devri” bitmişti. Hükümetin, sağlık bakanının ve başbakanın, sağlıktaki tüm sorunların nedeni olarak doktorları göstermeleri; doktorları, bencil, paragöz, hastalara yukarıdan bakan, saygısız insanlarmış gibi lanse etmeye çalışmaları, doktorları hedef tahtası haline getirmişti. Hastalar en küçük bir sorunda hekimlere saldırmaya başlamışlardı.  Sağlık Bakanı sık sık hekimleri eleştiriyor, hastaları hekimler aleyhine kışkırtıyordu. Hekimler, hemen her gün sözel şiddete, suçlamalara maruz kalıyorlar zaman zaman fiziksel saldırı girişimleri ya da saldırıları oluyordu. Yaralanan, ölen meslektaşlarımız oluyordu. Melike’nin kalbindeki hekim-hasta ilişkisi bu değildi. Arzu ettiği, kendini vakfetmek istediği meslek yaşamı ile yaşadığı şeyler tamamen zıttı.
Tedavi etmek ve iyileştirip acılarını dindirmek için çırpındığı insanlar, kendisine bağırabiliyor, hakaret edebiliyor, saygısızca davranabiliyorlardı. Saygısız, hakaretamiz tutumları olan hastalar ve hasta yakınları tüm hekimleri rahatsız ediyordu elbette ama mesleğini sadece hasta rızası için yapan Dr. Melike için ciddi bir varoluşsal sorun yaratıyordu.
Meslektaşları ile dayanışmayı artırmak bu gidişi durdurmak mümkün olabilir miydi? Meslektaşımız yaşadığı bu zorlukları meslektaş dayanışması ile aşmak amacıyla Oda çalışmalarına katılmaya başlamıştı. Belki hekimlerin örgütlü gücü bu olumsuzlukları durdurmaya en azından azaltmaya hiç olmadı bir dayanışma yaratmaya hizmet edebilirdi.
Odada asistan komisyonu çalışmalarına katıldığı gibi hastanesinde de odanın bir temsilcisi gibi çalışıyordu. Ancak soruşturma sırasında meslektaşlarının ortak dayanışma gösterememiş olması, meslektaşlarına ve onların örgütüne yönelik inancını azaltmıştı.
Bundan sonraki dönemde mesleğini hakkıyla yapabilmek için belki de yurt dışına gitmenin daha akıllıca olduğunu düşünmeye başlamıştı. Amerika’da nasıl hekimlik yapabileceğini, ne tür sınavlara girmesi gerektiğini, orada yaşayıp yaşayamayacağını araştırmaya başlamıştı. 
İstiyordu ki hastalarına en iyi hizmeti, en iyi koşullarda verebilsin ve gereksiz bürokratik işlerle uğraşmasın, istediği gibi eğitim alabilsin. Ablasının deyimi ile âşık olduğu mesleğini istediği gibi yapabilmek için yapabileceği ne varsa yapmak istiyordu.
Yurtdışında çalışma olanakları araştırırken, hem bir önceki soruşturmadaki tutumları dolayısıyla meslektaşları ile kırgınlık yaşadığı hem de verilen eğitimden memnun olmadığı için bir umut Samatya hastanesine geçebileceğini düşünmüştü. Kendisi için uzak olsa da, ulaşım sorunları yaşayacak olsa da daha iyi bir çalışma ortamı ve eğitim imkânı yakalayabilmek amacıyla Samatya hastanesine tayin istemiş ve bu gerçekleşmişti.
Samatya hastanesinde çalışmaya başlayalı daha birkaç ay olmuştu ki bu kez de üroloji polikliniğinde yapılması gereken bir işlem için, hastayı sevk etti diye hakkında soruşturma açılmıştı.
Üç gün elinde soruşturma kâğıdı ile dolaştığını söylediler. Dediğim gibi birkaç kez “şimdi ne yazacağım buna” diye arkadaşlarına söylenmiş. Bence birleri sahip çıksın, kendisini anlasın istiyordu. Sonradan savunmada ne yazdığını aktardım. Bunları yazmak için kimseye danışmaya ihtiyacı olmazdı, O hissettiklerini paylaşmak, dertleşmek için bu soruyu sormuş olmalıydı. Birilerinin kendisi gibi hissettiğini, yaşadığı büyük hayal kırıklığını anladığını görmek istemiş olmalıydı. Oda ile de ilişki kurmamış. Sıradanlaşmış, günlük soruşturmalardan biri için büyük davalar peşinde olan Oda yönetimini rahatsız etmek istememiş olmalıydı.
O gün kimse halinde bir tuhaflık, farklılık görmemişti.  Bir idealist olarak bu koşullarda istediği gibi bir meslek yaşamı sürdüremeyeceği kanaatine vardığı için gitmek istemişti. Kimse de anlamamıştı.
Birçok insan bunu anlayamayabilir ama onun için mesleği, tüm hayatı idi. Her gün ıstırap çekerek bu mesleği icra etmek onun varoluşuna aykırı idi.  O ideali olmadan yaşayamayanlardandı. İdealini ise politikacılar, hastalar, meslektaşları ve meslek örgütü hepimiz birlikte öldürmüştük.
İdealinin öldüğünü ve yapayalnız olduğunu anlayınca……..

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın